Henüz bir çocukken koşup oynamaya pek meraklı, kozalaklardan dahi top yapabilen, deniz bulursa denize, göl bulursa göle, sulama kanalı bulursa sulama kanalına giren Türk milleti, neden büyüdüğünde spor yapmayan, göbekli kalçalı insanlar haline gelir?
***
Evet, kendisine elli defa “oğlum koşma, düşüp bir yerini kıracaksın” denmiştir.
Evet, apartmanlardan, caddelerden kendisine spor yapacak alan kalmamıştır.
Evet, işten güçten, zorunlu market alışverişinden vakit bulmak gerçekten zordur.
Evet, o civarda tek bir basketbol sahası vardır, onun da potası kırıktır.
Yine de spordan uzak kalışımızın nedenini başka yerde aramak gerekir.
***
Bir Türk evladının gerçek sporla tanışabileceği tek yer okuldur. Sahalar, hocalar, apartmanda bulamayacağı kadar çok arkadaş burada hazır bir araya gelmiştir. Gençtir, enerji doludur.
Bu enerjinin şekillendirilip bir tekniğe dökülmesi, sporun gerektirdiği disiplinin ve verdiği zevkin ona tanıtılması için doğru zamandır.
Bir ekip olmayı, bir rekabete girmeyi, taktikleri, incelikleri, profesyonelliği burada öğrenebilecektir. Bunlar insana bir hayat boyu en çok gerekecek özelliklerdir. Üstelik sağlığını da kazanacaktır.
Bu mucizeyi en eğlenceli şekilde gerçekleştirebilecek tek bir ders vardır: Beden eğitimi!
***
Tam bu esnada Türk eğitim sistemi devreye girer. Ona göre hayatta en hakiki mürşit LYS’dir. Hem spor da nedir? Spor yorar, yorulan öğrenci de test çözemez. Test çözemezse de karanlıklar gelir, milli birlik ve beraberlik bozulur ve ebeveynlerde nefes darlığı oluşur.
Beden dersleri kaldırılır. Azaltılır. Boş geçer. Yapılmaz. O saatlerde dışarı çıkılmayıp test çözülmesi, ek ders yapılması istenir. Sınıfta olmayanlar yok yazılır.
***
Arada sırada şanslı sınıflar eşofmanlarını giyip dışarı çıkmayı başarır. Onları beden hocası bekler. Sıraya dizilirler. Sağa sola dönerler. Bazen, nereden estiyse, hoca öğrencilerin takla atmasını ister. Takla atmanın ne işe yarayacağını kimse sormaz. Ama yine de iyi takla atamayana gülünür. Gülenlerden bazıları hocadan dayak yer.
Takla atanlar arasında boynunu kırmamış olanlara ikinci saat serbest koşup oynama hakkı verilir.
İşte bu saat, bütün bir hafta boyunca bir Türk okulunun eğitime en çok yaklaştığı saattir.
***
Lakin zorluklar bitmemiştir. Futbol sahası otopark olmuş, pota eğik, masa tenisi masası kırıktır. Kapalı spor salonu kapalıdır. Okulun arka bahçesinde top oynamak ise yasaktır.
Bütün bu engelleri aşan gençler, okulun her boş metrekaresini, her taşını, artığını, ağacını bir mühendis gibi değerlendirerek kendisine saha yaratır ve bir saat boyunca top peşinde koşar. Gol, basket, sayı olduğunda kucaklaşmanın, faul olduğunda kavga etmenin zevkini yaşarlar. Aynı takımda olanlar dostluklarını kuvvetlendirir. Turnuvalar düzenlenir ve bir sonraki maçın planları yapılır.
***
Ama her rüyanın bir sonu vardır. Zil çalmıştır. Ancak soyunma odası yoktur, varsa bile duşu yoktur. Duşlar varsa da kapısı kilitlidir; kilitli olmayanlarda ise sıcak su yoktur. Çaresiz sınıflarda giyinilecektir.
Okulların üçüncü kalite ucuz eşofmanları, duş alacak imkan ve kabiliyetlerin olmayışı, otuz kişinin aynı anda 5 dakika içinde giyinme zorunluluğu sınıflarda kesif bir ter ve ayak kokusuna neden olur.
Bu da yetmez. Bir sonraki dersin hocası, giyinme muhabbetlerinin uzaması, dersin geç başlaması, üstüne üstlük üç beş öğrencinin spordan kopamayıp derse geç kalması üzerine çileden çıkar.
Gençlerin sağlıktan kıpkırmızı olmuş suratlarına bakıp, bu işin böyle olmayacağı, sonra çok pişman olacakları üzerine yarım saatlik bir nutuk atar. Neden bu kadar terlemiş ve dersin on dakika geç başlamasına neden olmuşlardır.
Geç gelenleri ve suratı en kırmızı olanları sözlüye kaldırır. Mümkünse düşük not verir.
***
Aradan yıllar geçer. Bir an gelir, Türk insanı AVM’nin birinde alışveriş yaparken bir spor mağazasına girer. Güzelim eşofmanları, spor ayakkabıları görünce çoktan kaybettiği bir hissi hatırlar. Kontrolden çıkmış göbeğini kalçasını eritmek için spor yapmaya heveslenir. Pahalı bir eşofman, marka bir spor ayakkabı alır.
Yılların pasını atmak kolay değildir. Uzun süre aldıklarına dokunamaz bile. Spora sıra gelmemektedir.
***
Ancak haftalar sonra içinde bir kıpırtı olur. Eşofmanlarını giyer. Ayakkabısını kutudan çıkarır…
Ama o da ne? Dışarı çıkamadığını, kötü şeyler hissettiğini fark eder. İçini, durduk yere, yasak ve zararlı işler yaparkenki cezalandırılma korkusu basmış, burnuna nereden geldiği belli olmayan bir koku gelmiştir. Kötü bir şeyler olacağı kesindir. Hızlı hızlı nefes almaya başlar, kalbi yerinden çıkacakmış gibi olur.
Bu durumda yapılacak tek şey ona kimsenin zarar veremeyeceği, kızmayacağı, onu dövmeyeceği, onunla dalga geçmeyeceği, tertemiz kokan bir yere kaçmaktır.
Bu yer, TV karşısındaki kanepeden başka bir yer değildir.